31 Aralık 2010 Cuma

Yeni Yıl

Sevgili Lupus;

Benim için 2010 hastalıklarla uğraştığım bol göz yaşlı bir yıl oldu. Güzellikleri de unutmamak lazım kendi istediğim bir işe başladım Pilates öğretmenliği ve kendime bir hayat kurdum. Ne var ki 2011'in daha iyi, göz yaşlarının olmadığı, özelliklede sevgili lupus senin olmadığın bir yıl olmasını istiyorum.

Şimdi bir elimde mendil öksürürken bunun yılın son hastalığı olmasını diliyorum. Hani yıla nasıl girersek öyle devam edermiş ya ben grip ya da nezle olarak başlasamda 2011'i hiç hasta olmadan geçirmek istiyorum. Herkes için de bunu diliyorum.

Sevgili Lupus sana da iyi yıllar. Belki bu yılki partide çok içip saroş olursun ve bizleri unutursun! Sevgili lupus yeni yılda bizi unutman dileğiyle!

Herkese iyi yıllar!

30 Kasım 2010 Salı

Aspartam'a Dikkat

Sevgili Lupus;

Bugün ablamdan aldığım maili buraya hiç değiştirmeden koyuyorum. Oldukça önemli bilgiler içeriyor.

İyi geceler.


"Yazan: Petra Holzer

2001 yılı Ekim ayında kız kardeşim çok hastalandı, mide spazmları vardı, dolaşmakta zorlanıyordu, yürümek ise başlı başına bir sorundu. Sadece yataktan kalkması bile onu tüketiyordu, o kadar çok ağrısı vardı. 2002 yılı Mart ayında biyopsiler alındı, ve 24 değişik ilaç almaya başladı. Doktorlar kendisinde ne olduğunu bulamıyorlardı. O kadar çok ağrısı vardı ve o kadar hastaydı ki, ölmekte olduğunu biliyordu. Evini, banka hesaplarını, yaşam sigortasını ve diğer şeylerini en büyük kızının adına kaydettirdi, ve küçük çocuklarının en büyük kızı ile birlikte olmalarını sağladı..

Son bir keyif yaşamak istiyordu, böylece 22 Mart günü (tekerlekli iskemlede olmak kaydıyla) Florida'ya gitmeyi planladı. 19 Mart günü testlerinin nasıl geçtiğini öğrenmek için kendisini aradım, testlerde bir şey bulunamadığını, ama kendisinde MS olduğunu düşündüklerini söyledi. Çok şaşırdım, sonra bir arkadaşımın bana e-mail olarak gönderdiği bir yazıyı hatırladım, ve ona sordum: Diyet içecekler içiyor musun?

Evet dedi, o anda da bir tanesini açıp içmek üzere olduğunu söyledi, açmamasını ve diyet meşrubat içmemesini söyledim, bahsettiğim yazıyı e-posta ile kendisine gönderdim. Telefon konuşmamızdan 32 saat sonra beni aradı, diyet meşrubat içmeyi bıraktığını ve yürüyebildiğini, merdiven çıkabildiğini ve adale spazmlarının kaybolduğunu söyledi. %100 iyileşmemişti ama kesinlikle çok daha iyi hissediyordu. Makaleyi doktorlarına göstereceğini ve eve dönünce beni arayacağını söyledi.


Beni aradı, doktoru çok etkilenmişti ve diğer MS hastalarını arayarak suni tatlandırıcı kullanıp kullanmadıklarını soracağını söylemişti. Bir kabuğun içinde diyet meşrubat içindeki aspartam maddesiyle zehirleniyordu ve yavaş yavaş ölüyordu.

22 Mart Florida'ya giderken tek bir hap almıştı - bu da zehirlenmeye karşı olan haptı, iyileşme yolundaydı, ve yürüyebiliyordu!!! Tekerlekli iskemle olmaksızın!!! Bu makale hayatını kurtarmıştı.






Hayat kurtaran makale:

Etikette 'ŞEKERSİZ' yazıyorsa ASLA KULLANMAYI DÜŞÜNMEYİN BİLE…'NutraSweet', 'equal' ve 'Spoonful' markaları ile pazarlanan 'ASPARTAM' hakkında DÜNYA ÇEVRE KONFERANSINDA birkaç gün konuşma yaptım. EPA'ya yönelik bir yazıda 2001 yılında Birleşik Amerika'da multiple sclerosis ve sistemik lupus salgını olduğu, hangi zehirin bunun yaygın hale gelmesine neden olduğunun anlaşılamadığı belirtilmişti. Ben ayağa kalktım ve tam bu konuda konferans vereceğimi söyledim.

Aspartam'ın neden bu kadar tehlikeli olduğunu açıklayayım:

Bu tatlandırıcının ısısı 86ºF seviyesine ulaşınca, aspartam içindeki metil alkol eformaldehite, sonra da formik aside dönüşüyor, bu da metabolik asidosise yol açıyor. Metanol zehirlemesi diğer koşulları açısından multiple sklerosise benziyor.İnsanlara yanlışlıkla multiple sklerosis teşhisi konuyor. MS ölüme yol açmazken metanol zehirlemesi öldürücü oluyor!

Sistemik lupus da neredeyse en az multiple sklerosis kadar yaygın hale geldi, özellikle Diet Coke ve Diet Pepsi içenler arasında ! Kurban genellikle suçlunun aspartam olduğunu bilmiyor. Kullanmaya devam ediyor, lupus da artık yaşamı tehdit edecek düzeye ulaşıyor. Diyet içecekleri bıraktıktan sonra sistemik lupus hastalarının asistematik hale geldiklerini gördük. Multiple sklerosis teşhisi konan hastalarda (aslında bunlar metanol zehirlenmesi hastaları idi) semptomları çoğu kayboldu. Görüş yeteneğinin geri kazanıldığı ve işitme duyusunun önemli ölçüde iyileştiğini gördük. Bu tinnitus vakalarında da geçerli idi.

Bir konferansımda 'Aspartam kullanıyorsanız (NutraSweet, Equal, Spoonful vs) ve fibromalji, spazmlar, ani ağrılar, bacaklarınızda uyuşma, kramp, vertigo, bulantı, baş ağrıları, tinnitus, eklem ağrısı, depresyon, endişe atakları, bozulan konuşma, bulanık görüş veya hafıza kaybı semptomlarından şikayetçiyseniz muhtemelen aspartam hastasınızdır.’ Konferans esnasında ayağa kalkan kişiler 'Bu semptomlardan bazıları bende de var' 'Bundan kurtulmak mümkün mü?' diye sordular. Evet! Diyet meşrubat içmezseniz ve gıda etiketlerinde yazılı aspartam kelimesine dikkat ederseniz, evet!

Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bir yabancı Bay Espisto'ya (konuşmacılarımdan birisi) ve bana geldi ve 'Neden bu kadar çok insanın MS derdi olduğunu bana söyleyebilir misiniz?' dedi. Bir hastaneye yaptığımız ziyaret esnasında bir hemşire ağır Diet Coke bağımlısı olan altı arkadaşının tümünde MS sorunu olduğunu söylemişti. Bu tesadüfün ötesinde bir durumdu!

Diet Coke ve Diet Pepsi vs. BU BİR DİYET ÜRÜNÜ DEĞİLDİR!

Kongre Raporuna göre karbonhidrat birikimine neden oluyor ve sizi şişmanlatıyor.Formaldehit yağ hücrelerinde depolanıyor, özellikle kalça ve basenlerde birikiyor. Dr Roberts, bir kez bu ürünleri bırakınca ekstra spor vs yapmaksızın deneme süresi içinde 19 kilo kaybeden hastası olduğunu belirtiyor.






Aspartam özellikle şeker hastaları için tehlikeli. Hastalarında retinopati olduğunu düşünen hekimlerle konuştuk, aslında hastalarındaki semptomların nedeni aspartamdı.



Aspartam kan şekerinin kontrolden çıkmasına yol açıyor. Bu nedenle şeker hastası proteinde bulunan diğer amino asitler olmadan aspartik asit ve fenilalanin maddelerinin nörotoksik hale gelmesi nedeniyle hafıza kaybından şikayet ediyor.





Aspartik asit ve fenilalanin kan beyin bariyerini aşıyor ve beyin nötronlarını harap ediyor, şeker hastalarında (şeker hastası olmayan hastalarda da) çeşitli tipte beyin hasarı, nöbet hali, depresyon, manik depresyon, panik ataklar, öfke ve şiddete neden oluyor (Körfez Savaşında savaşan kadın ve erkeklerin tükettikleri binlerce Diet Coke ve Diet Pepsi içinde bulunan aspartam iyi bilinen Körfez Savaşı sendromunun nedeni olabilir).






Dr. Roberts doğum arızalarına yani gebe kalma ve ilk gebelik döneminde tüketilmesi halinde zeka geriliğine neden olabildiği konusunda uyarıyor.






Çocuklar özellikle nörolojik bozukluklar açısından büyük risk taşıyorlar ve NutraSweet kullanmamaları gerekiyor.

NutraSweet'e bağlı olarak çocuklarda görülen nöbet hali ve diğer bozukluklara ilişkin çeşitli vaka bildirebilirim. Maalesef anneleri çocuklarındaki bozukluğun aspartama bağlı olduğu konusunda ikna etmek her zaman kolay olmuyor. Ancak deneme-yanılma metodu ile diğer anneleri çocuklarının sağlığını ellerinde tuttukları konusunda uyarabiliyor.

Şeker metabolizmasına (ki şeker hastaları için ideal) yardımcı olan ve SUNİ TATLANDIRICI OLMAYAN tatlı bir bitki olan Stevia FDA tarafından onaylanan bir diyet ürünüdür. MONSANTO'ya bağlı olduklarından FDA yıllarca bu tatlı gıdayı göz ardı etti. Bu konuda mevcut literatür: EXCITOTOXINS: THE TASTE THAT KILLS (Öldüren Tad) - Dr Russell Blayblock (Health Press)

1-800-643-2665 1-800-643-2665 ve DEFENCE AGAINST ALZHEIMER'S DISEASE (Alzheimer Hastalığına Karşı Savunma) - Dr H J Roberts. ve Dr. Roberts aynı zamanda bir diyabet uzmanıdır. Bu iki hekim aspartamın öldürücü etkisini gösteren vakaların yer aldığı bir çalışmayı Internette yayınlayacaklar. American College of Physicians Konferansına göre 'bu ölümcül zehrin neden olduğu nörolojik hastalıklar salgınından bahsediyoruz.' Sorun bu: aspartamın 100 farklı üründe bulunduğuna dair Kongre tezleri mevcut. İlk tezden sonra peş peşe iki tez sunuldu, ana bir faydası olmadı. Hiçbir şey yapılmadı. İlaç ve kimyasal madde lobilerinin cepleri çok dolu. Bu madde halen beş binden fazla üründe bulunuyor ve HASTALAR TÜKENİYOR!!

Aspartamın yaratıcısı olan MONSANTO'nun bunun ne kadar öldürücü olduğunu bildiğinden eminim. Birçok kuruluşun yanı sıra Amerikan Diyabet Derneği, Amerikan Diyetetik Derneği, Amerikan Tıp Fakültesi Konferansına fon sağlıyorlar. Bu New York Times gazetesinde yayınlandı, ama bir faydası olmadı. Bu dernekler herhangi bir katkı maddesini tenkit edemiyorlar veya MONSANTO ile bağlantılarını açıklayamıyorlar çünkü gıda sanayiinden para alıyorlar ve ürünlerini desteklemek zorundalar.

Senatör Howard Hetzenbaum tüm bebek, hamileler ve çocukları aspartamın tehlikeleri hakkında uyaran bir yazı yazdı. Bu yazıda toplumda mevcut sorunlar (nöbet hali, beyin kimyasında meydana gelen değişiklikler, nörolojik ve davranış bozuklukları; semptomlar) hakkında yapılan bağımsız çalışmalar da yer alıyordu. Bu yazı güçlü ilaç ve kimya lobileri tarafından yok edildi, böylece herhangi bir şüphe taşımayan insanlar hastalık ve ölüm karşısında çaresiz kaldılar."

12 Kasım 2010 Cuma

Karaciğerimiz için Lavanta kürü

Sevgili Lupus;

Herşeyden önce ben bunu buraya yazıyorum ve bana iyi geldi ama istiyorsanız doktorunuza danışarak böyle bir kür uygulayın. Ayrıca lavanta kürü Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu'nun kitabının 157 sf. dan alıntıdır.




"Bir tutam lavatnayı 300 ml ( yaklaşık bit buçuk su bardağı) suda dört dakika demleyiniz. Dört dakikadan fazla demlemeyiniz. Demleme esnasında sıcaklığını kaynama noktasında tutunuz. Cezvede demlerken ocağın altını çok kısık tutunuzç Fokur fokur kaynatmayınız. Çok yavaş bir şekilde kaynıyor kaynamıyor gibi demleyiniz. Demleme süresi tamamlandıktan sonra, ılımasını beklemeden süzülmesi gerekir. Süzme işlemi tamamlandıktan sonra içmek için ılımasını bekleyiniz. Onbeş gün boyunca hergün, akşam yemeklerinden en az iki saat sonra bir çay bardağı dolusu içilmelidir. Her kullanımda taze olarak hazırlanması şarttır. Birgün önce arta kalan miktarı kullanmayınız. İçerisine şeker veya benzeri hiç bir katkı ilave etmeyiniz. Onbeş günlük ilk kür tamamlandıktan sonra rahatsızlığın seyrine göre haftada 3-4 defa, akşam yemeklerinden en az iki saat sonra bir çay bardağı dolusu içmeye devam edilir. Karaciğer metabolizması sağlıklı çalışmaya başladıktan sonra kür sonlandırılmış olur.

Her sağlıklı insanın yılda bir defa onbeş günlük lavanta kürünü uygulamasında çok büyük faydalar vardır."

Ben bu kürü kara ciğer değerlerim çok yükseldiğinde uygulamıştım ve çok yararını gördüm. Umarım bu bilgi yaralı olur.

İyi geceler Lupus

Uzun zamandan sonra tekrar sana bir mektup :)

Sevgili Lupus;

Sana neden bunca zaman yazamadım ya da zaman zaman yazmaya ara veriyorum anlayamadım. Hep aklımdasın, tam unutacak gibiyken birşekilde tekrar hayatıma giriyorsun. Doktorla ilgili sanırım şanssızım  yani daha çok iyi bir lupus uzmanıyla karşılaşamadım. Herşeyden önce keşke biraz hasta psikolojisini bilseler diyorum kendi kendime. Bazen azarlanacağımı düşünerek kafamdaki çoğu soruyu soramıyorum. Neyse artık kafaya takmamayı öğrenmek lazım. Sadece benim için önemli olduğunu düşündüğüm soruları rahatça sorabileceğim ve gerektiğinde ulaşabileceğim bir doktora ihtiyacım var. Umarım yakında o doktoru bulurum.

Doktor haricince iyi gidiyorum. Mesela Kotizonu hayatımdan çıkarıyorum. Baştan beri doktorun imkansız dediği şey gerçekleşiyor ve ben bunu baştan beri biliyordum. Lupus hastalığı  bir etiket ve bu etiket zamanla kalkacak. Yani ben çoğunun garip bulduğu bir yoldan iyileşmeye karar verdim ve şansımda iyi gitti çünkü çok ağır bir lupus hastası değildim. Sevgili lupus seninle sakin sakin uğraşmaya devam.

Sevgili Lupus herkese söylüyorum bir kere daha söylemek istiyorum. Yediklerimize dikkat edersek, stresi hayatımızdan çıkarıp düzenli olarak pilates veya yoga ya da herhangi bir spor yaparsak seni yenmeya çok yardım ediyor. İlaçlarda yardım ediyor, doktorlarda yardım ediyor ama ilk önce biz kendimize yardım edelim yaşamımıza dikkat ederek. Söylemesi yapmaktan zor kendimden de biliyorum ama denemekte fayda var. Sonuçta  Lupuscuğum seninle birlikteliğim çokta uzun bir süre değil ama yinede her deneyimimi bu blogta paylaşmak istiyorum.

Teşekkürler
Sevgiler

8 Ekim 2010 Cuma

Yarın yine doktor :)

Sevgili Lupus;

Evet yarın büyük gün yine doktorla bir buluşma :) Daha birkaç test yapılacak ama yarın bakalım ne denilecek. Bu sefer belki ilacı bırakabilirmişim ama çok umutlanmak istemiyorum. Umarım doktor yine moralimi bozmaz. Ya da saçma sapan bişi sölerse umarım bu sefer gereken tepkiyi gösterebilirim :))



Umarım sevgili lupus hayatımdan çıkmaya karar vermişsindir ve seninle yollarımız hiç kesişmez. Üzgünüm ama seni hiç özlemem :)

7 Ekim 2010 Perşembe

Şeker ile ilgili önemli bilgiler

Sevgili Lupus;

Normalde forward mailleri pek açmam ama babamın yolladığı bu önemli maili burada paylaşmak istedim.




PROF. DR. KENAN DEMİRKOL, AKILLI BESLENMENİN MATEMATİĞİNİ ANLATTI

"Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!"

Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün "kibrit kutusu kadar" reçetelerini çöpe atın!

Prof.Dr . Kenan Demirkol, A'dan Z'ye akıllı beslenmenin matematiğini anlatıyor...

Şeker, vücudumuzu, demir paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında yaşlandırıyor.

Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama, işe evlerimizin
kapısından başlayabiliriz!

Prof. Dr. Kenan Demirkol genel cerrah.

Muayenehanesinin kapısında "prof."yazmıyor.

"Ben üniversitede hocayım, burada hekim" diyor.

Söz bir ara "kronometreli doktorlara" geldiğinde, yani 15 dakika muayene süresini aşınca ikinci vizite ücretini alanlara çok şaşırdı. Çünkü kendisi saat takmıyor, "dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin ederim" diye.

Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından ilgili olan sindirim sistemi organları.

Ancak Demirkol bir "akıllı beslenme" uzmanı.

Bunu bir insanın tüm bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve toplumsal boyutlarıyla da ele alıyor.

Peki beslenme nedir?
İlk aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflık.

Özellikle kadınlarda modasına göre sıfır bedenle, 90-60-90 arasında değişen ölçülerde olmak ya da olmamak.
Doğru mudur?

"Kibrit kutusu kadar" reçetelerini bir yana bırakıp, Demirkol'a: "Neden düşmandır şu ünlü üç beyaz?" diye sorduk.

O, şekerle başladı.

"ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ PARALEL"

DEMİRKOL- Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu oluşan kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum sağlığı sorunu haline gelmiştir.

ABD'de 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65'i ya şişman ya daha da ileri aşamada.

64 milyon insanın koroner kalp hastalığı, 11 milyon insanın
şeker hastalığı, 37 milyonun kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp hastalığı sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker hastası sayısının dört milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız açıktır.

Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa'da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor.

Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli.

"Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım" demek çok yanlış.

nsan vücudunun şeker almasına gereksinim yoktur.

"12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR"

AYDINLIK- Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda yemeleri doğru değil mi?

DEMİRKOL- Asla doğru değil.

AYDINLIK- Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?

DEMİRKOL- Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar.

Şeker sadece meyvede var.

Meyve esas olarak bir kültür bitkisi.

Doğal ortam sebze ağırlıklıdır.

İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda maddesine, o oranda
olumsuzlaşıyor.

O dönemde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış.

Bu devirlere geldikçe şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor.
Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor.

Şimdi 100'lerdeyiz, 120'de şeker hastalığı.

Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü.

Bir doğumsal genetik özelliklerle alakalı tip 1 diabet.

Bir de edimsel tip 2 diabet.
Pankreas organının artık yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar.
Yaşlanma süreci olarak kabul edilir.

60'lı yaşlarda görülmesi beklenir.

Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda tip 2 diabet var.

Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok.

Tamamen bir damak alışkanlığıdır.

"KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR"

AYDINLIK- Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?
DEMİRKOL- Doğru.

Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren bitkiden
vücut elde ediyor.

Kanser hücresi de şekerle besleniyor.

Özellikle kemoterapi gören asla şeker yememeli.

Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker 'sakaroz', iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır.

Glikoz kan şekerimizin de adıdır.
Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir.

Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.

Çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır.

İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür.

Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye.

Çok az enerjiyle çok işler yapabilir.

Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır.

Bu fazla şeker, insülin aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek ki, vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır.

Orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü.

İnsülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecek.
Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak.

İnsülin salgılandığı için bir de tokluk hormonu salgılanır.
Hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş olur.

Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda insülin salgılatır.
Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz.

Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda metabolize edilebiliyor.

Değişik kimyasal süreçlerin içine katılabiliyor.

Bu da 30 gram şekerdir.

Günde bundan fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır.

Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar.

Bugün Amerika'da
alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.

"MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME"

AYDINLIK- Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.

DEMİRKOL- Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır.

İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir.
Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin.

Bir matematik yapmak zorundayız.

Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.

AYDINLIK- Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?

DEMİRKOL- İncir ve muz en çok şeker içerenler.

Ama onun dışındaki meyveler aşağı yukarı aynı.

AYDINLIK- Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete çıkartabilirler mi?
Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim diyebilir mi?

Bu sistemin içindeyken, nasıl başaracaklar bunu?

"HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ…"

DEMİRKOL- Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam.

Ben böyle ve de çok keyifli yaşıyorum.

Sunulanlar içinde sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün.

AYDINLIK- Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.

DEMİRKOL- Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz besliyoruz.
Tıkıyoruz ahırlara "şunu yiyeceksin" diye hayvanlara hayvanlık yapıyoruz.

AYDINLIK- Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı seçer yerdi.

Filler örneğin hastalandığı zaman belli ağacın yapraklarını gider
yermiş ilaç niyetine.

DEMİRKOL- Evet bu tüm hayvan aleminde var.

Kaliforniya Valisi bütün o rambo görüntüsüyle Amerika'da en aklı başında valilerden biri oldu.

İki büyük atılımı oldu.

Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı.

İki; patates cipsinin üzerinde, "öldürücüdür" yazısı konuyor.

AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE…

AYDINLIK- Cips deyince öteki düşmana mı geçiyoruz?

DEMİRKOL- Yok, bir konu daha var.

Son yıllarda yeni akım mısırdan şeker elde etmek.

1920'li yıllarda Amerikan başkanı "benim köylüm mısırdan kalkınacak" fetvasında bulundu.

Gerçekten de çok büyük teşvikler verildi.

Göz alabildiğince mısır ekildi.

Dünya mısır ekiminin yüzde 40'ı Amerika'dadır.
Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da başka yollarda tüketemeyince değerlendirme yolları arandı.

Japonlar mısırdan şeker elde etmeyi keşfetti.
Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin üzerine.

Artık şeker endüstriyel.
Sıvı olduğu için paketlenip satılamaz.

Ama her türlü dondurma, meşrubat, şerbette kullanılıyor. Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp dökmüyor.

Kartal'dan fabrikadan hazır fruktoz şerbeti geliyor.

KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI

AYDINLIK- Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp çiziliyor.

DEMİRKOL- Maalesef.

Şimdi bilgi çağındayız ya!

Bence bilgiye ulaşmanın en zor olduğu çağdayız.

Çünkü, ekonomik kazanç kaygısı her türlü bilginin üzerine binmiş durumda.

O kadar büyük bir rant var ki, gerçeğe ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz.

Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yağa dönüşüyor ve bizi hasta ediyor.

Nasıl demir paslanınca eskir, bu paslanmanın bilimsel adı
oksitlenmedir.

Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve yaşlanır.

Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici maddeler alırız.

Örneğin, üzüm çekirdeği.

Gerçekten bu sistem bizim organizmamızın yaşlanmasını
belirleyen, hastalanmasını, kanser gelişimini belirleyen ana faktör.

Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor.

Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatın doğması için ana nesne olan yumurtada bolca var.

Demek ki insan hayatının gelişme döneminde inanılmaz gereksinim var.

Bakıyorsunuz kolesterol düşmanlığı sarmış ortalığı.

"KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ"

AYDINLIK- Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. Bunun modası olur mu?

DEMİRKOL- Bakıyorsunuz LDL 130'a kadar normalde.

Üç sene sonra 100, şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra indirecekler. Aslında, kolesterol masum.
Bizler suçluyuz. Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek oluşturduğumuz
trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor. Yağsız kuzu şiş
yediğinizi varsayalım, yanında da meyve suyu içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi
yeseniz bir zararı yok, ama kırmızı etten aldığınız kolesterolü, meşrubattan
aldığınız şeker trigliserite dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği
oluşuyor. Biz insanlara "kardeşim kolesterol zararlı değil. Ama
oksitlenmesine izin verme" diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü
düşürecek ilaç keşfediyor. Biz masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici
maddeleri düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas insan
mantığı ne diyor? Oksitleyen maddeleri azalt.

Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş yağ asidi. Bu madde
yapay beslenen hayvanların sütünde var, depo yağlarında var. Ama bizim
ineğimiz merada otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve hayvansal
yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol oksitlenmemiş olacak.

ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI

AYDINLIK- Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak
da kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?

DEMİRKOL- Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle
aldatılıyoruz. "Dünya nüfusu aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye,
yapay yeme ihtiyacımız var." Hayvansal proteini, tek kaynak olarak
görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken bile protein almış oluyor.
Hububat, baklagillerde bile protein var. Şimdi doktorlar bunu okur okumaz
itiraz ederler. Derler ki "Esansiyel amino asitler vardır". Yani hayvansal
gıdada var olan, vücudun üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı
protein yapı taşları, amino asitler vardır. Örneğin; mercimekli bulgur
pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı mercimekten, mercimekte eksik olanı
bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye bir yemek varmış, ben de yeni gördüm,
bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla birlikte pişiriliyor.

AYDINLIK- Antep yöresinin yuvalaması gibi..

DEMİRKOL- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamlıyorlar.
Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve
karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller, enzimlerdir.
Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan bir
hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3'e ihtiyacımız var. Türkiye'de
biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et
doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az
özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı
değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay
yem üreticileri "biz dünyayı nasıl doyuracağız" yalanıyla kandırarak
hayvancılığı katlettiler. Hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün
her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle,
yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan
şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker hastası
olmasına yol açan bir beslenme şekli.



İNEK NE YEMELİ

Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur .
Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur,
yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol
açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük
antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda
meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde
bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme
hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini
sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı
insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar.
İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu
söylenir ama batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile
konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i
geçmiyor.

Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla barışığım, ne de AB'dekiyle.
Ekolojik hayvancılık denince akla "ekolojik tarım sonucu elde edilmiş
ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce
hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal
beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı? Yok.

AYDINLIK- Demek Amerika'dakilerin varmış.

DEMİRKOL- Orada da yok. İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde
edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü
olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda,
mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık dediğimizde
yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken,
türe özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin
sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı
olmasını sağlarız. Bütün doğada kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3
ağırlıklı yağ içerir. İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.

HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ

AYDINLIK- Ne fark var arasında?

DEMİRKOL- . İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu hücre zarı
lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre
zarındaki yağ ana madde olarak omega-3'tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz
yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten uzaklaştırdıkça
elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür
balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 alması gerekiyor.
Omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle
metabolize edilir. Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok
omega-6 aldığımız için artık omega-3'e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi
ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.

Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar da 3'e ayrılır. Doymuş yağ
asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri. Çoklu
doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da omega-3 ve omega-6'dır. Bundan
40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma söyledik.
Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar
iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim
kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki
dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir
iyilik elde etmiş olmuyoruz.

DEPRESYONUN ÇARESİ

AYDINLIK- İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?

DEMİRKOL- Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz
azıcık omega-3'ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3
olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3'ten
oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne
bulursa onla hücreyi onarıyor. Omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan
araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesi.
Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz. Dışardan biri taş atsa havaya
uçacak.

AYDINLIK- Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.

DEMİRKOL- Tabii. Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az
oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ
asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.

ÇAY VE ZEKA

AYDINLIK- Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?

DEMİRKOL- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye'nin
yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş
olmadı, ama Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir
eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz
Nesin haklıydı.

Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz
yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.

AYDINLIK- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?

DEMİRKOL- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen
sonra çay içilebilir.

AYDINLIK- Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği
söyleniyor.

"ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!"

DEMİRKOL- Üç saat. Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir
olay. Omega-3'ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların
sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla
kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp "inme" veya "enfarktüs"
olmasına yol açıyor. Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum
olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için
omega-3'ün yolunu kesiyoruz. Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve
soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın
bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor.

AYDINLIK- Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı
mı, üretim hatasından mı?

DEMİRKOL- Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği
için. Mesela zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün
emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha
var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ
asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ
asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer
taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki
iletiyi bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.

"ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI"

AYDINLIK- Acaba "tadı güzel" dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram
mı? Güzel nedir?

DEMİRKOL- Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz
etmedi mi, "benim annem böyle yapıyor" diye?

AYDINLIK- Ben güzel yemek yaparım.

DEMİRKOL- Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını
arıyor. Belki dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu
arıyor.

AYDINLIK- Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne
kadar çok değişmiş. Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor.
Toplumda da dayatılan değerler var. Kola ya da hamburger için "bak bu
güzeldir" deniyor çocuklara.

DEMİRKOL- Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum.
Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba adaylarıdır.



SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER)



" Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır.
İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki
çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik
yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz birtakım vitamin
ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz."



"Türkiye'de gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki
en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir.
Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi
bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten."



"Yapay yem üreticileri 'biz dünyayı nasıl doyuracağız' yalanıyla, hayvanları
meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü,
pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla
besleniyor.



Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur.
Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur,
yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.






Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük
antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda
meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde
bu hiç yoktur.



Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı
dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün
eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki
fark yüzde 10-15'i geçmiyor.



Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür
balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim
ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.



Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine
hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var.
Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine
dönüşüyor.

21 Eylül 2010 Salı

Yenilik

Sevgili Lupus;

Buraya yazmayalı çok oldu ve kendimi kötü hissettim yazmadığım için. Biraz ara verdim senden konuşmaya sevgili Lupus. Bu sırada boş oturmamak için pilates yaptım, bol bol kitap okudum ve en önemliside keyif yaptım :)



Sevgili Lupus sen hayatımı kökten değitirdin. Seninle tanıştıktan hemen sonra herşey çok hızlı değişti. Ben İzmir'e yerleştim ve çok güzel bir yaz geçirdim. Şimdi de uzun zamandır planladığım Yoga ya da Pilates hocası olmayı gerçekleştirdim sayılır. Herşey çok hızlı gerçekleşti. Ben uzun zamandır sertifika programı bakıyordum. Bir tanesi bana çok uyan bir döneme denk geldi. Bu dönem ablama da uydu ve biz iki kardeş Uluslararası  Pilates Sertifikamızı almak için bir kursa yazıldık. Çok güzel insanlarla tanıştık ve çok güzel vakit geçirdik! Ayrılmaz ikili Ezgi ve Özge birşeyi daha birlikte yaptılar :)


Bu sırada benim ayrılmaz yarım Berlin'e döndü. Ben de artık işe koyuldum ve Urla'da Pilates dersi verme hayallerimi gerçekleştirmeye çabalıyorum. Sağolsun Kaan eniştemiz bana bir web sayfası hediye etti ve tam gaz herşey devam ediyor.

Umarım birşey çıkıpta bu hayallerimi yıkmaz yine. Sen sevgili Lupus benden hep uzak dur lütfen!

21 Temmuz 2010 Çarşamba

İyi haber

Sevgili Lupus;

İki hafta kendime tatil verdim ve teknolojiden uzak durdum. Seni düşünmeden iki güzel haftam oldu. Tatilimi sana göre planladım tabii ki :) Sabah 10'a kadar akşam da 6'dan sonra denize girdim, güneşe çıkmadım. Yediğim yemekler tuzsuz ve sağlıklıydı :) Eskiden tatillerde rakıyı çok tüketen ben, bu tatilde sadece bir kadehin yarısını içtim. Böyle küçük önlemlerle tatilim güzel ve sakin geçti! Sevgili Aubry'de bana tatilimi iyi geçirmemde çok yardımcı oldu :) Sanki herşey normale dönmüştü. 




Dün tatilim bitti ve ben tekrar tahlil sonuçlarını göstermek için doktorun yolunu tuttum. Bu doktor sefer ki buluşmam şaşırtıcı bir şekilde normal geçti :) Normalde hep bir olay yaşıyorum doktorlarla ama dün gayet iyiydi. Sonuçlarımı gören doktor, organlarımda tutulma olmadığını ve sonuçların sevindirici olduğunu söyledi. Artık yavaş yavaş normal yaşamıma dönebilirmişim. Ekim'e kadar doktora gitmem gerekmiyor sadece ilaçlarımı alacağım ve Ekim'de yeni tahlillerle doktora gideceğim. Sonrasında eğer tahliller yine böyle olursa hayatıma istediğim şekilde başlayabileceğim. Gerçekten çok sevindim çünkü bir süredir hep kötü haber alıyordum doktorlardan :) Yine de ben çok plan yapmak istemiyorum sonra hepsi bozulur falan aman ha! Ekim'e kadar sakin sakin tatil yapmaya devam sonra bakalım beni neler bekliyor... 


Lupus hakkında araştırma yapmaya devam ediyorum. Yakında yeni bilgiler yazacağım. Bu arada haftaya yogaya başlıyorum. 

Aferin sana Lupus beni rahatsız etmemeye devam et :)

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Bir doktor macerası daha

Sevgili Lupus;

Yazmayalı uzun zaman oldu.  Hayat biraz karıştı. Yeni doktor, yeni testler, yeni iç karartıcı sözler... Kendimi toplamaya çalışıyordum ve içimden hiç yazmak gelmedi. Aslında bugün bile çok hevesli değilim yazmak için ama yazmak iyi gelir belki dedim.




Çarşamba günü bir umutla yeni doktoruma gittim. Tahlil sonuçlarımı inceledikten sonra beni muayne etti. Sonra dedi ki "Karaciğerlerinde sorun olabilir, tahmininden daha ağır geçiriyor olabilirsin bu hastalığı ama farkında olmayabilirsin." Muayne sırasında da mamografi çektirmem gerektiğini söyledi ve ailemde kanser olup olmadığını sordu. Daha sonrada bulaşıcı hastalıklara karşı çok dirençsiz olduğumu bu nedenle bulaşıcı hastalık testlerinin birçoğunu istediğini söyledi. Ben ardarda gelen bu garip sözlerden sonra  garip bir hale büründüm ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Neden bu kadar acımasızlar diye kafamdan geçiriyordum. Bunları söylemenin farklı bir yolu olmalı bu kadar acımasız olunmamalı! Ağladığımı gören doktor birkaç telkin edici sözden sonra bana anti deprasan hapları önerdi. Ben daha fazla hap almak istemediğimi söyledim. Doktordan çıkarken dünyam başıma yıkıldı. Daha bunları duymaya hazır değildim yani benim bu iç karartıcı şeylerden çok iyi şeyler duymaya ihtiyacım vardı.




Çıkınca arkadaşlarımla buluştum biraz kafam dağıldı. Bu sırada ablamla telefonda konuştuk biraz iyi geldi. Daha sonra annemle konuştuk falan filan. Mutsuzluğumu unutmaya çalıştım. Ertesi gün yine kan tahlili yaptırmak için kalktım. Hemşire damarımı bulamadığı için kolumu resmen deşti! O kadar kızgındım ki hayata. Neyse sonuçlar hemen çıktı. Yine doktora gittim, dedi ki "Gözün aydın karaciğerin düzelmiş gibi ama daha birçok test var onların sonucuna göre değerlendireceğim'. Tamam da dün neden bu kadar içimi kararttın sevgili doktor? Tamam daha birçok test tamamlanmadı daha birçok şey çıkabilir ama çıkınca zaten üzüleceğim, kesin olmadan benim içimi karartmasa bu doktorlar!

Neyse elimde bir poşet, hap artık günlük hap kullanımım çılgınlar gibi arttı! Yaz aylarında riske girmek istemediği için doktorum kortizonu kesmek istemiyormuş. Kan tahlillerimden artık tiroidimin hapsız daha çok sapıtacağını öğrendiğimiz için bir hap kullanmaya başladım. Bir de kan seviyem aşırı düşük çıktığı için ona da bir hap. Kalsiyum hapı kotizonun etkilerini önlemek için. Haplar midemi delmesin diye bir mide hapı! Hapçı oldum yani :) Elimde bir poşet hap dedim ki "Beni mutlu edecek şey süper elbiseler almak!" Tipik kız ama bazen bu tipik kadınlık depresyona birebir geliyor. Anti deprasanlardan daha iyi :) Çok güzel şeyler aldım kendime! Çok güzel bir kitap ve Sertap Erener Cdsini de ekledim alışveriş poşetime :) Arabayı yalnız kullanacağım için bir Sertap Erener Cdsi iyi gelir diye düşündüm. Cidden araba kullanırken çok iyi oluyor :)





Bugün evdeyim kendimi yeniliyorum. Kafamı yenilemem lazım ki yeniden başlasın yeni bir serüvene! Artık düzene gir be Lupus cidden çok sıkıldım. Yani en azından teşhis yapılsın ve tedavim belirli olsun! Ben bitkisel tedavileri araştırmaya devam edeceğim çünkü cidden aldığım her hap bana zararlı. Şimdilik bilgisizlikten ve mecburiyetten alıyorum. Tedavim bir rayına otursa daha sağlıklı düşünebilirim...

28 Haziran 2010 Pazartesi

Kurabiye

Sevgili Lupus;

Şu iki gündür hayata çok kızgınım, özellikle de sana. Bütün planlarımı çıkmaza sürmen meselesi hala canımı sıkıyor. Alışacağım ama zaman lazım.

Bugün İzmir'de Yoga kurslarını araştırmaya devam ettim, homeopati yöntemiyle ilgili bilgi topladım. Ayrıca canım çok kurabiye çektiği için pekmezli kurabiye yaptım. Çoğu insan bu kortizon işine benim kadar dikkat etmiyor biliyorum ama karaciğere fazla yüklenmemek adına pekmez gibi meyve şekeri kullanmaya özen gösteriyorum.

Bu kurabiyeyi denemek isteyenlere ev kadını kıvamında kurabiye tarifi verebilirim diyerek bloğuma yazayım dedim :)



Bir Yumurta, yarım çay bardağı sıvı yağ, bir kaşık yoğurt, bir çay bardağı pekmez, iki avuç parçalanmış fındık içi, bir avuç kuru üzüm, kabartma tozu ve un. Bu un kısmına ben göz kararı karar verdiğim için miktar yazamıyorum :) Buradaki bütün malzemelere göz kararı karar verdim değiştirmek serbest :) Malzemeleri karıştırın sonra yuvarlak yapıp yağlamış olduğunuz fırın tepsisine koyun sonra üstlerine fındık ya da ceviz ya da bağdem koyabilirsiniz. Acayip lezzerli oluyor cidden :)) Afiyet olsun!


Bende de iyi ev kadını olurmuş!

Daha iç açıcı yazılar yazmam dileğiyle :)

26 Haziran 2010 Cumartesi

Arkadaşlar önemli :)

Sevgili Lupus;

Ben daha önce de anlatmıştım senin yüzünden İstanbul'da hayatım çok karışmıştı. Aldığım haplardan mı atak mı bilemeden kendimi acilde kortizon vurulurken bulmuştum. Ailemden çok uzakta, bu konuyla ilgili doktorum beni azarlamışken çok çaresiz öyle ağlıyordum. Yalnız olduğumu düşünüyordum ama değilmişim...



İstanbul'da kızarmaya başlar başlamaz herşey çok hızlı gelişti :) İlk kızardığımda Nevin beni aldı götürdü acile birkaç kan testi yapıldı ertesi günü beklemem istendi. Ertesi gün daha fenayım nefes alamıyorum, tahliller elimde doktor teşhis koyamıyor öyle kalakaldım. Acil önünde beklerken Aşkın ayağında topuklular tıngır mıngır geldi "Birşey olmayacak Ezgi sakin ol" dedi. Bir süre sonra bir kortizon iğnesi işi çözdü artık yutkunup nefes alabiliyordum. Taksiyle eve vardık, Çiğdem panik halinde işten izin almış elinde bir sürü meyve resmen manavı satın almış geldi. Kurulmuş pilli bebekler gibi. Habire bişiler yıkayıp yedirmeye çalışıyor. Gazeteci kimliğiylede İstanbul'da randevu alınması çok zor bir doktordan panik halinde yalvararak randevu almış. Tabbi doktor bizim gibilere alışık biz daha duruma alışmadığımız için biz korkuyoruz :) Baktılar yüzüm iniyor ben rahatlardım nefes alıyorum, başladılar vücut falı bakmaya. Çiğdem diyor boynunda çocuk görüyorum süper fal bakılıyor bu kızarıklarla ben gülmeye başladım iyice bir rahatlık çöktü. Akşama doktora göründük, teşhis koyamadı yani emin olamadı alerjik reaksiyonda olabilir veya Lupus atağıda olabilir dedi.  Beni Çapa'ya süper bir dermotoloğa yönlendirdi bazı testler için.

O akşam kızlar beni ikna etti Aslıların evine yemeğe gittim. Tuzsuz balık yedim afiyetle :) Kortizon alıyorum ya ekmeğim bile tuzsuz. Millet asker kesildi başıma aman ha tuz yok diye. Bir  özel ilgi çok şımarttılar :)) Akşamı biraz zor uyudum yatakta dönemiyorum her yerim kaşınıyo acıyor. Geçmicek sanırım bu çile dedim kendi kendime. O anda insana hep kırmızı kalacak gibi geliyor ama şimdi indi kızarıklıklar rahata çok çabuk alıştım hatırlamıyorum bile. Aman hatırlamayayım bir daha da :)

Haftasonu girdi araya yapacak bir şey yok tek çare kortizon hapları. İçtim pazartesi gelsin diye bekledim. Pazar akşamı yine Aslılardayım ama bu sefer dışarda tuzsuz balık sefası yaptık :) Kesene bereket Aslı sana gel İzmir'de alasını yedireceğim :))

Sabah Aşkın, Ayşen, ben hastane yollarında. Çapa'ya vardık ama orası nasıl bir yermiş kalabalık yürünmüyor, su alınmıyor çok fena çok... Neyse dermotoloji bölümüne gittik doktor "Kızım ne olmuş sana" dedi. Ama işin komiği içerde 6 öğrenci beni inceleyip yorum falan yapıyor. Kendimi çok garip hissettim denek insan :) Biyopsi yapmak lazım dedi bir de 2 gün sonra bir daha gel dedi. Tamam dedik taksiyle eve döndük ama kızlar çok komik güneş görmeyim diye kendilerini siper ediyorlar halimiz bayağı komikti. Ah az daha unutuyordum biyopsi maceramızı. Doktor biyopsi yaparken yanına Ayşen'i yardımcı aldı. Ayşen taktı eldivenleri bayağı kırk yıllık hemşire gibi davranıyor çok ciddi. Aşkın'ın yüz bembeyaz oldu :)) Ayşen elinde biyopsi ordan oraya koşuyor bırakmak için ama yok öğleden sonraya kaldı kapanmış. Bir de hasta bakıcımız var evlere şenlik adam tam komedi filmlerinde gördüğümüz kapıcı hastabakıcı kıvamında oraların hakimi! Neyse Ayşen kırk yıllık hemşire kıvamında elinde biyopsi bizi öğrenci kantinine oturtuyor kendi gidiyor yine parçayı vermeye. Çilemiz 2 de bitiyor. Eve varıp yine balık yiyoruz. Ben balıktan hiç bıkmam hala tuzsuz balığa devam :)





Çarşamba oluyor. Bu sefer hastaneye Ayşen ile ben gidiyoruz. Ayşen yine çok profesyonel :) Doktor bu seferde DİF istiyor. Yani yine parça alınacak yapacak birşey yok artık alışmış bir şekilde parça aldırıyorum. Ayşen'de alışmış bir şekilde o parçayı teslim ediyor. Bu sırada yine öğleden sonraya kalıyoruz neyseki hastanenin karşısında bir lokanta tuzsuz şehriye çorbası yapıyor bana da aç kalmıyorum :)) Eve dönüyoruz Nevin'in doğum günü ben hediye almak istiyorum ama çok yorgunum kıpırdayacak halim yok. Ayşen elinde telefonu gidiyor çiçekçiye resim falan çekiyor çiçeği alıp geliyor. Yani süper kahramanımız yorulmuyor :)

Bir de eklemek istiyorum beni sağolsunlar güneş batar batmaz hep parka, sakin yerlere götürüyorlardı. Aslı ve Yasemin'de bu gruba dahil oluyordu. Mujo ve Nevin'de her günümü kolaylaştırıp güzelleştirdi. Ailemin eksikliğini hiç hissettirmediler. İnsanın arkadaşları olması böyle güzel birşey. Kızlar hepiniz sağolun varolun!!

25 Haziran 2010 Cuma

Yeni daha yeni bilgiler

Sevgili Lupus;




Lupus hastası olarak almamız gereken bazı vitaminler vb şeyler varmış. Bunları önem sırasına göre sıralayacağım.




1) Kalsiyum ve magnezyum


2) Sistein


3) Metiyonin


4) Lizin


5) Proteolitik enzimler.




Ben bunları hangi besinlerden alabileceğimizi araştırıyorum. Hepsinin kapsülleri varmış fakat bence bu kadar fazla hap içmek bitkiselde olsa çok garip olur :) Ben haplardan kurtulmaya çalışıyorum!




Örneğin Kalsiyum'u süt ve süt ürünlerini çok kullanmamam gerektiği için soya fasülyesi, soyadan yapılma bir tür peynir, fıstık, ceviz, lahana, brokoli, sardalya ve alabalıktan alabiliyormuşum.


Magnezyum için: Ispanak gibi yeşil sebzeler içerdikleri klorofilin yapısında magnezyum olduğu için iyi birer magnezyum kaynağıdır. Ayrıca kuru yemişler , tohumlar ve tüm hububatlar magnezyum içerirler.Ayrıca muz, avakado, kakao, dil balığı gibi yiyeceklerde magnezyumun önemli kaynaklarındandır.


Metiyonin içeren yiyecekler meyveler, et, sebzeler, fındık ve baklagillerdir. Ispanak, yeşil bezelye, sarmısak, bazı peynirler, mısır, antep fıstığı, mahun cevizi, fasulye ve tofu zengin oranda metiyonin içerirler.


Sistein;Et,yumurta gibi yüksek protein içeren hayvansal gıdalarda,buğday,brokoli,sarmısak,soğan,kırmızı biberde bulunur.

Lizin; Bütün tahıllarda ve baklagillerin birçoğunda bulunur. (bakla, bezelye, fasulye, mercimek, soya fasulyesi…) özellikle yulaf, lizin açısından zengin bir tahıldır. Balıklar da lizin açısından oldukça zengindir.

24 Haziran 2010 Perşembe

Önemli bir bilgi daha

Sevgili Lupus;




Bir arkadaşım bana çok önemli bir bilgi gönderdi. Bu bilgiyi herkesle paylaşmak istiyorum. Bu bilgi ekşi sözlükten multipl skleroz başlığında 95. yorum.




"eskiden ms'dim. hayatıma giren, ancak ilginç şekilde hayatımdan çıkan hastalık. bu cümleyi kurabilen kaç kişi var bilmiyorum ancak benim için durum bu. 4 yıl önce ms tanısı almıştım, 3 senedir iğne tedavisi görüyordum. bu tedaviler sırasında anafilaktik şoklar geçirdim, cildimde yaralar açıldı. zaman içinde kendimi daha kötü hissetmeye başladım, ms'in ilerlediğini düşündüm. oysa...

ankara üniversitesi biyoloji bölümünde doktora yapmaktayım. danışman hocam prof. dr çetin ile keneler üzerinde yaptığım araştırmalar sonucunda türkiye'de çok az olduğu düşünülen lyme hastalığının aslında çok yaygın olduğunu ancak yetersiz labaratuvar imkanları ve doktorların bu hastalığı göz ardı etmesi nedeniyle lyme hastalarına yanlış teşhis konduğunu gördüm. daha da ilginci lyme hastalığı beyindeki lezyonlar dahil olmak üzere ms hastalığını birebir taklit edebilen tuhaf bir hastalıktı. kenelerden bulaşıyordu, ancak ms benzeri görüntüyü bulaştıktan 20-30 yıl sonra gösterebiliyordu. acaba bende de lyme olabilir mi düşüncesi ile bu hastalığı dah aayrıntılı şekilde araştırmaya başladım ve nihayetinde test yaptırmaya karar verdim. 5 yaşımdayken yapışan kenenin 30 yaşımdayken bana bu sıkıntıları yaşatacağına inanmak zordu. ancak test yaptırdım ve sonuç pozitif çıktı. ms hastası değildim, lyme hastasıydım. 25 sene önce yapışan kene yüzünden senelerdir yanlış tedavi görüyordum. hatta bu tedaviler nedeniyle ölümden dönüyordum.

yakın zamanda hastanede antibiyotik tedavisine başlanacak. bir kaç ay içerisinde sağlığıma tamamen kavuşacakmışım. daha da ilginci çevremdeki diğer ms hastalarını da bu testi yönlendirdiğimde, tek lyme hastasının ben olmadığımı gördüm. şu anda ms hastaları yoğun şekilde lyme testi yaptırıyor ve ciddi bir kısmı benim gibi tedavi olabilecekleri bir hastalığa sahip olduklarını öğreniyor.

kim derdi ki akademik araştırmaların sonucunda ömür boyu taşıyacağımı düşündüğüm bir hastalıktan kurtulacağım. kim derdi ki kendimi kurtarmakla kalmayacağım, bir çok insanın kaderinin değişmesine ön ayak olacağım. sağduyulu doktorlar verdiğim bilgilerin ardından tüm türkiye'deki ms hastalarının lyme testi yaptırması gerektiğini söylemeye başladılar.

dahası bu lyme denilen hastalık sadece ms'i değil, romatizmayı, fibromialjiyi, als'yi, lupus'u, kalp hastalıklarını taklit edebiliyor. eğer hatırladığınız bir kene geçmişi varsa ve bu hastalıklardan birine sahipseniz mutlaka test yaptırın. kene geçmişiniz yoksa bile (başka bulaşma yolları da var) eğer bu hastalıklardan birine sahip olmanıza rağmen sıradışı semptomlarınız ya da içinizde bir şüphe varsa mutlaka bu testi yaptırın.

yapılması gereken test kronik aşama için western blot (borrelia burgdorferi) testidir. elisa testinde sonuç alınamamaktadır.

doktorlar bu araştırmalarımın sonuçları uyarınca hastalarını yönlendirmeye başladılar, ancak siz de, geç kalmamak adına bu testi yaptırıp sonucu ile önce kendinize sonra doktorunuza sürpriz yapabilirsiniz.

dipnot : bu bilgiler önümüzdeki günlerde çeşitli medya kuruluşlarında ve bazı bilimsel dergilerde yer alacaktır."

Yeni bilgiler

Sevgili Lupus;




Kitaba devam ederek biraz daha yararlı bilgi topladım. Bu senin pek hoşuna gitmeyecek belki ama yine çok faydalı bilgiler.






1) Lupus'un belirtilerini göstermesinde %10 etken olarak bazı ilaçlar var.
Bu ilaçlar: PRONESTYL (PROCAİNAMİDE) : ARRHYTHMİAS hastalığının tedavisinde kullanılır.  ( kalbin normal ritimde çalışmadığı hastalık)

- APRESOLİNE (HYDRALANİZE) : Yüksek tansiyonda kullanılır.

- INH ( ISONİAZİD) : Tüberküloz tedavisinde kullanılır.

Diğer ilaçlar : penisilin , antibiyotikler , SULFA, BETABLOKERLER, TRİCY ANTİDEPRASYONLAR ve doğum kontrol haplarını da sayabiliriz. İlaç kullanımı kesildiğinde görünen etkilerde kaybolur.




2) Yiyeceklere karşı alerji testi yaptırmak yardımcı olabilirmiş. (Bunu en kısa zamanda yaptırıcam)


3) Lupus hastası birçok insanda aynı zamanda renauld hastağıda görülmekteymiş.


4)DHEA Terapi diye bir yöntem varmış ve bu Lupus tedavisinde kullanılıyormuş. Bununla ilgili bir araştırma yapıp herkesle paylaşıcam ama bir fikri olan varsa lütfen söylesin.


5) Radyasyon tedavisi de yeni ve deneysel bir tedavi çeşitiymiş.





23 Haziran 2010 Çarşamba

Son Dakika

Sevgili Lupus;


Şimdi öğrendim ki bu seferki atak sandığım ve benim hayatımı felç eden durumun nedeni doktorumun bana iyileşmem için verdiği haplarmış. Hayat ne komik!



Bir doktora gidiyorsun sana iyi olman için bir hap veriyor. O haplar yüzünden birden bire kızarmaya başlıyorsun, sonra boğazın şişmeye başlıyor nefes alamıyorsun. Bunun için bir doktora gidiyorsun ve doktor sana atak geçirebilme ihtimalinin bulunduğunu ve romotoloji bölümündeki asıl doktorunu aramanı söylüyor. Sen de kalkıp o çok güvendiğin doktorunu arayıp yardım istiyorsun. Adam sana dünyanın merkezi değilsin, en önemli hastalık sende yok gibi şeyler zırvaladıktan sonra telefonu hiçbir tavsiyede bulunmadan kapıyor. Sen çaresiz acilde bekliyorsun.

 Yine binlerce kere teşekkürler babamın arkadaşı Ando telefonun diğer ucundan bana verdiği bilgilerle o an çok yardımcı oldu. Hemen bir kortizon iğnesi vuruldum. Daha sonra İstanbul'da başka bir romotoloğa gittim ve bir süre inceledikten sonra kortizon haplarına başlattı. Sonra Çapa'da dermotolojide iki kere parça alındıktan sonra İzmir'e döndüm. Şimdi öğreniyorum ki hayatımın felç olması aldığım hapların nedeniymiş. Hapın bana yaptığı şeyleri yok etmek için şu anda kortizon kullanmamda trajikomik birşey. Doktorlar bizi Lupus konusunda ne kadar umursuyor?

Umarım aradığım romotoloğu en kısa zamanda bulurum ve beni bu hastalık konusunda daha iyi bilinçlendirebilir. 

Şu anda aldığım kortizon hapları yüzünden uyuyamam ve hayatımın başka yönlerinin felç olması ama aslında bu ilaçları bir hiç için kullandığımı öğrenmek benim bu hastalık ve ilaç konusundaki düşüncelerimi sarstı. Yani Lupus'un birçok cinsi var ve her cinsi için aynı ilaçların kullanılması ve doktorların Türkiye'de bu konu hakkında çok yetersiz bilgilerinin olması beni daha çok geriyor. 

Neyse sevgili Lupus sen istemesende ben bunu da atlatıcam :)

Yararlı Bilgiler

Sevgili Lupus;

Bugün sızlanmayı bırakıp seni yenebileceğim yeni şeyler keşfediyorum. Dün gece haplar yüzünden yine uyuyamadığım için süper bir kitaptan Lupus ile ilgili yararlı bilgileri türkçeye çevirdim. Herkese sadece sızlanan bir insan olmadığımı aynı zamanda faydalı şeyler yapabileceğimi kanıtlayacağım:)) 

Öncelikle yine ablam Özge sağolsun bana süper bir kitap önerdi kitabın adı "Nutritional Healing"Kitabı açtım ve bana şu ana kadar doktorların verdiği bilgilerden daha çok bilgi verdi. Sağolsun şu ana kadar bu konuyla ilgili gittiğim doktorların ağzından cımbızla laf alınıyor.

Şimdi bilgiler. Bu bilgiler seni yenmemi sağlayacak sevgili Lupus! 



1) Yağ, tuz, hayvansal gıda, süt ürünleri, kırmızı et, kafein, turunçgiller, paprika, tütün, şeker içeren gıdalar. Bunları mümkün olduğunca az tüketmem gerekiyor sevgili Lupus. Özellikle şekerli gısa kısmı moralimi bozdu ama napalım ayda bir  pasta ve kahve adama birşey yapmaz sanırsam :)



2) Yağ olarak zeytinyağı tüketmek gerekiyormuş. Bir Egeli olarak zaten hep zeytinyağı yiyorum :)

3)Yumurta, sarımsak, soğan, kahverengi pirinç, yeşil yapraklı sebzeler, balık, yulaf ezmesi, asitsiz meyveler, tahıl yararlı.

4) Taze ananas yararlı ama konserve olmayacak :) 

5) Lifli gıdalar yararlı.

6) Doğum kontrol haplarından kaçınmak gerekiyor.

7) İlginç bir madde ben çok şaşırdım. Florasan ışığı kötü geliyormuş. Florasan ışıklarını kaldırmak gerekiyormuş!

8) Güneş kremsiz sokağa çıkmak büyük hata! Hatta mecbur kalmadıkça güneşe çıkmamak gerekiyormuş.

9) Soğuk algınlığı olan, grip gibi insan topluluklarından uzak durmak gerekiyormuş.

10) Demiri besin olarak almak daha doğruymuş. Üzüm gibi gıdalardan.

11) Makyaj ve bakım ürünlerinde doğal, antialerjik ürünler kullanmak iyi olurmuş. 

Şimdilik bir kısım bilgi, ama kafamı topladığımda daha yazacağım bu konuyla ilgili. 

Bu arada işe iyi yanından bakarsak böyle beslenirsem manken fizikli bir insan olacağım kesin :)



Umarım beni bugün rahat bırakırsın sevgili Lupus!

22 Haziran 2010 Salı

Karman çorman


Bu bloğu yazmanın kolay olacağını düşünüyordum. Bu aralar yine keyifsizim. Saçma sapan haplar kullanmanın doğru olmadığını bilsemde bilgisizlik yüzünden muhtaç olduğum için kullanıyorum. Çok uzun ve devrik bir cümle olsada ben bu blogta istediğim yazım yanlışını ve cümle bozukluğunu yapabilirim gibi geliyor. Nede olsa benim bloğum. Haplar biraz sinir yapıyor bu doğru :) Sinirim nedensiz değilmiş ama cidden hayata kızgınım. Ulan neden bana ümit verip sonrada herşeyi tepe taklak ediyorsun hayat??

Benim bir hafta önce bir işim, hayallerim daha birçok şey vardı. Şimdi işler hiç beklediğim gibi değil. Birden hayallerim yok oldu nedeni sevgili Lupus. Şimdi sevgili Lupus sen ne kadar hayatıma bana sormadan da girsen biraz daha anlayışlı olman gerekmezmiydi? Kibar olabilirdin mesela.  Bir rahat bırak bu kız biraz mutlu olsun ama yok illa en olmadık yerde karşılaşacağız seninle!

Bu bloğu yeni yazmaya başladım ve ciddi olmak isterdim ama artık bir kere daha Lupus tarafından yenildiğime göre  ciddiyette ne gerek var?  Ben daha yolun başında olduğumdan böyle reaksiyon vermem doğalmış, alışırmışım :) Ama nasıl alışılır yasaklarla yaşamaya. Doktor kabullenirsin zamanla ve yaşarsın diyor. Herşey bu kadar basit mi? Yeterince bilgi alamamak beni daha çok delirtiyor. Neden hiçbir doktor bak bu hastalık böyle birşey hayatında şunları yaparsan herşey düzene girer. Yok alışırsın zamanla merak etme diyorlar.




Biliyorum dünyadaki en önemli hastalığa sahip değilim, şimdiye kadar çok büyük bir atakta geçirmedim ama bana göre şu andaki durumum hayatımı etkiliyor ve benim için önemli. Bir Lupus hastası bu yazıyı okuduğunda bu kız ne görmüşki diyebilir ama benim için çok şey gördüm. Herşey göreceli zaten hayatımızda. ilerleyen günlerde ben de diyebilirim ki amma da büyütmüşüm diye ama şimdilik büyütmeden duramıyorum. Biliyorum psikoloğa gitmem gerek belkide ama şu anda hemen sonuçlanmayacak bu duygular.

Aslında bu yazıya hiç böye şeyler düşünerek başlamamıştım. Organize etmiştim fikirleri ama dedim ki dürüst olayım yazmak iyi gelir. Geldi mi bilmiyorum ama en azından içimdekileri boşaltmama yardım etti. Hatta kendimle bu yazıyı yazdığım için dalga geçiyorum :) Okuyunca saçma geldi ama silmiycem :)

18 Haziran 2010 Cuma

İlk tanışma



İlk tanışmalar güzel olur sanırdım ama benim Lupus ile ilk tanışmam pek güzel değildi. Hayatımı değiştirme kararı alıp İstanbul'a gelmiştim. Cihangir'de bir işe başlamıştım. İşe sadece iki gün dayanabildim ve ani ateşlenmeyle Lupus ile tanışmam bir oldu.

Hikayeye biraz başından başlamak lazım. Ben geçen Temmuz ayında, bir yıl Barselona'da yaşadıktan sonra mezuniyetimi tamamlamak için Türkiye'ye döndüm. Oldukça stresli günlerin ardından mezuniyetimi tamamladım. Bir yandan da Barselona'da bir master programına başvurmuştum. Kabul edildim ve gitmek için hazırlıklara başlamıştım. Gitmeden genel bir kan tahlili yaptırmak istedim. Kan tahlillerim çıktı ilk önce tiroit hastalığım olduğunu öğrendim. Sonrası zaten hep hastalık... 

Tahlilleri aldığım gün pek önemsememiştim tiroit o kadarda önemli bir hastalık değildi ama sonra başka şeylerde çıktı ve ben 9 ay İzmir'de ailemin yanında kalmak zorunda kaldım. Aslında bu zorunluluk hoş bir tatil oldu benim için. 9 ayın sonunda çevreden "EE ne yapacaksın artık?" sorularından bunalmaya başladığım için ilk önce master programlarına baktım, sonra dedim ki İstanbul'a gidip biraz çalışayım sonra da karar veririm hangi ülke ya da şehirde olacağıma. Bu sırada birkaç yere başvurdum ve en sonunda cevap almaya başladım. İstanbul'a görüşmeler için gittim. Bu sırada da bir iş teklifi daha aldım eğer diğer beklediğim iş olursa bunu bırakacaktım. Çalışmaya başladım her şey güzel gidiyordu ama sadece 2 gün. 2. günün sonunda eve bayılacak gibi geldim yatağa attım kendimi. Arkadaşımın annesi eve geldiğinde beni yatakta ateşli bir şekilde buldu. Gece  hastaneye götürmeye çalışmalarına rağmen gitmedim. Sadece ateşimin düşmesini bekledim birşeyler yiyerek ilaç aldım. Bana göre ya üşütmüştüm ya da geçirdiğim ameliyatta bir sorun vardı. Hemen İzmir'e dönmeyi düşündüm. Ertesi günü iş görüşmem vardı ve ben kendimi çok iyi hissediyordum. İş görüşmesine gittim her şey iyi geçti 1 Haziran'da yeni işime başlayacaktım o zamana kadar 2 haftamı İzmir'de geçirebilecektim. İzmir'e döndüm İzmir'de de 1 günü hiç hatırlamıyorum çok ateşim çıktı yataktan kalkamadım. Ertesi günü ilk kendi doktoruma gittim ama ameliyatımla ilgili bir şey yoktu. Daha sonra bir dahiliyeciye gitmem gerektiğine karar verdik ve babamın arkadaşına gittik. Hemen birkaç kan tahlili yapıldı ve bir akciğer filmi çekildi. Akciğer filmim normaldi. Ertesigün kan tahlillerim çıktı ve babamın arkadaşı benim Lupus teşhisimi koymuş oldu. Babamın arkadaşı olmasaydı bu iş daha çok uzardı bundan eminim çünkü daha önce Romotolog'a gitmiştim ve kan tahlillerimde "ANA pozitif" görülüyordu ve yanaklarımda kelebek şeklinde kızarıklık vardı. Bunları gören romotolog bana başka testler yaptırmamış ve 6 ay sonra gel demişti. Ben de herşeyin normale döndüğünü ve hayatıma başlayabileceğimi düşünerek İstanbul'a gelmiştim.

İlk teşhis kondu hemen çevreden Profesör araştırıldı ve ben bir tanesine gittim. Her şey çok hızlı oldu ben daha Lupus'un ne olduğunu bile bilmiyordum ya da ne kadar ciddi olduğunu. Gittiğim üniversite doktoru orada da testlerimi tekrarladı ve bana hayatıma devam edebileceğimi söyledi. Dikkat etmem gerekenlerin bir kısmını öğrendim ve bir reçeteyle doktordan kafam karışık çıktım. Bu hastalığın öldürebileceğini ama rahat olmam bekleniyordu benden. Kafam gerçekten karışmıştı. Öldürücü bir hastalık olduğunu söylemek bu kadar kolaymış gibi bir yandan da benden sakin ve rahat olmamın beklenmesi. Sanırım herkes delirmişti. Bana günde iki tane bir hapa başlandı. Bundan önce kimse retina kontrolü olmamı söylememişti ama ben internetten okuduğum bilgiler sayesinde retina kontrolümü ilaca başlamadan yaptırdım. Sonrasında işe başlayacağım günü ailemin yanında sakin sakin beklemeye başladım. Bu sırada internetten saçma sapan yazılarak okuyarak felaket teorileri kuruyordum. Eğer yeni öğrendiyseniz sizde hastalığınızı benim gibi okumayın bırakın sizin yerinize birileri okusun size olumlu yanlarını söylesin :) Benim ailem sağolsun özellikle ablam benim için bunu yaptı.